Allahu Teala'nın bahşettiği nur ışığı ile kağıda bakan bazı kimseler kağıdın yüzünün mürekkeb ile karardığını görünce " sana ne oldu yüzün o kadar parlak iken niye karardır ?" diye sordular . Kağıt :
- İnsaf et ben kendi kendime yüzümü karartmadım ,Onu boyadan sor o kendi kutusunda toplu halde duruyordu ,Vatanından ayrıldı , benim yüzümün sahasına yayıldı ve yüzümü kararttı,dedi.Adam :
-Doğru diyorsun diyerek durumu mürekkebden sordu . Mürekkeb :
-İnsaf et ,beni suçlama,zira ben hokka içinde iken , oradan çıkmamaya kararlı idim.Kalem bana bastı ve beni yuvamdan ayırdı,memleketimden uzaklaştırdı.Beni parça parça ederek gördüğün gibi beyaz kağıdın üzerine yaydı Benim ne suçum var ? Soracaksan ondan sor dedi. Adam :
-Doğru söylüyorsun diyerek kaleme döndü ve :
-Niçin haksızlık ettin,boyayı şişesinden çıkartıp beyaz kağıt üzerine yayarak kağıdı kararttın? dedi. Kalem :
-Onu benden sorma beni tutan el ve parmaklardan sor.Zira ben su kenarında yetişen bir kamış parçasıyım.Yeşil ağaçlar arasında vakit geçirirken bir el bana uzandı ,beni kökümden kesti,yaprakalrımdan ayırdı,yoldu ve ucumu keserek ortadan yardı.Sonra da beni siyah mürekkebe daldırdı.Ve beni kağıt üzerinde dikine olarak dolaştırdı durdu.Sen benden bunu sormakla yarama neşter vurdun.Benden vazgeç de beni bu hale getirenden durumu sor , dedi. Adam :
-Haklısın dedi ve ele dönerek kaleme yaptığı haksızlıktan ve onu kendi keyfine kullandığının sebebinden sordu. El :
-Gördüğün gibi ben et,kemik ve kandan meydana gelmiş bir varlığım,hiç etin zulmettiğini veya kendiliğinden hareket eden eden bir cismin bulunduğunu gördün mü ?Ben ,binicisinin elinde ki bir merkeb gibiyim.Kudret denen bir binici bana bindi,beni sağa sola çevirip yerin her tarafında dolaştırdı.Baksana ot , ağaç,taş gibi şeylerden hiç biri bir tarafa gidiyor mu ? Çünkü onlara böyle bir kudret binmemiştir.Ölülerin elini görmezmisin ? El olmak bakımından onlarında benden bir farkı yoktur.Sen bunu benden değil bana binip rahatsız eden binicimden sor, dedi.Adam:
-Doğru söylüyorsun dedi ve durumu kudretten sordu :
-Niçin eli böyle fazla kullandın ? diye sordu.Kudret :
-beni rahat bırak ,nice yerenler var ki asıl yerilen onlardır ve nice yerilenler var ki onların kusuru yoktur.Niçin benim halimi anlamıyorsun ?Ben ele bindim diye ona haksızlık ettiğimi nerden çıkartıyorsun ? Halbu ki ben hareket ettirmeden ele binmiştim.Onu ben , ne hareket ettirdim neden kendme musahhar kıldım.Ben sakin ve uykuda idim .Hatta görenler beni yok veya ölü sanırlardı.çünkü ben ne hareket ediyor ne de hareket ettiriyordum.Ancak bir güç olarak kalıyordum.Bana müvekkel olan birisi geldi.beni rahatsız etti ve gördüğün işleri yaptırdı.Benim kuvvetim ancak ona itaate yeterdi.Muhalefet edecek güçde değilim.Benim başıma musallat olan varlığa da " İrade " derler.Bende bunu ancak isminden ve hücumundan tanırım.Beni rahatsız etti uykumdan uyandırdı.Gördüğün ileri bana yaptırdı.Durumu benden değil ondan sor, dedi. Adam :
-Doğru söylüyorsun diyerek iradeye döndü ve :
-Böyle yerinde uslu uslu duran kuvveti neden harekete geçirdin de bu işleri yaptırdın ? diye sordu .İrade :
-Acele etme , dur bakalım , belki benimde bir mazeretim var .Hemen beni yermeğe kalkışma.Zira ben kendiliğimden harekete geçmedim.Beni de harekete geçiren kesin bir emir kaahir bir kuvvet var,dedi.O kuvvet gelmeden ben sakin skin duruyordum.Fakat kalbin huzurundan ilmin elçisi , aklın dili ile bana gelerek kudretimi harekete geçirmemi emretti.bende zaruri olarak emrine uydum.Çünkü ben ,ilim ve aklın kahrı galebesi altında ezilen , bunlara bağlı olan bir zavallıyım.Hangi cürmümden dolayı bu işe düştüğümü ,niçin bunlara musahhar olduğumu ve niçin itaate mecbur bulunduğumu bilemem.Ancak benim bildiğim tek bir şey varsa oda ,bu kahredici kuvvet bana uğramadıkca ben sukunet içersinde bulunurum.Bu hakim ister adil ister zalim olsun ben bunun emrine verildim.Herhangi bir hükmünde ona muhalefetim yoktur.Emin ol ki o kendisiyle meşgul olduğu müddetce ben sükünet içinde durur ve fakat onun emrini beklerim.Hükmü kesinleşince tabii olarak onun kahrına girer ve ona itaat ederim.Bunun için beni bırak da durumu akıldan sor.Lüzumsuz yere beni muahaze etme .Ben şairin :
" Ne vakit bir toplumdan uzaklaşmak istedimse , onlar ayrılmamamı takdir etti.Halbuki ayrılan onlar oldu " dediği gibiyim ,dedi. Adam :
- Doğru söylüyorsun , diyerek ondan da ayrıldı ve ilim ile akla yöneldi." Niçin iradeyi kudrete musahhar kıldınız " diye onlara çıkıştı.Akıl :
- Ben bir ışığım , kendi başıma parlayamam , beni yakarlarda parlarım dedi. Kalb :
- Ben bir levhayım , kendi başıma açılamam,beni açarlarda açılırım ,dedi.İlim :
- Ben , aklın ışığı parlayınca kalbin beyaz yerine nakşedilen nakışım.Kendi başıma o kalbin beyaz yerine nakşedilemem.Çünkü kalbe işlenebilmem için kaleme ihtiyaç vardır.Beni oraya kalem nakşetti,dedi.
Bu anda soran titremeye başladı ve verilen cevab ile yetinmedi, dedi ki :
- Bu yolda o kadar yorulduğum ve çok mesafe aldığım halde kimden işin esasını öğrenmek istedimse ,o, beni başkasına havale etti.Fakat bu havaleler benimde hoşuma gidiyordu.çünkü herbirinden makül sözler dinliyor ve kendilerinden sorulmaması hususunda meşru mazeretler alıyordum.Ey ilim , senin " Ben bir hat ve nakıştan ibaretim , beni kalem yazdı " sözünden bir şey anlamıyorum.Çünkü ben kalemi kamıştan ve levhayıda demir ve tahtadan bilirim .Yazının boya ile ışığında ateş ile yandığını bilirim.Burada ise levha ,ışık ,yaz ve kalem gibi şeylerin adını söylüyor fakat kendilerini göremiyorum,dedi. İlim :
- Söylediğinde doğru isen , sermayen kısa ve azığın az ,merkebin ise zayıfıtr.Halbuki yöneldiğin bu yolda büyük tehlikeler vardır.Senin için en doğrusu,bu sevdadan vazgeçmektir.Bu senin işin değil sen bundan vazgeç,herkes niçin yaratılmış ise ona muvaffak olur,dedi.
Şayet bu yolda netice almak istersen , kulağını bana ver , canü gönülden dinle ve bilmiş ol ki ; senin düştüğün bu yold üç alem vardır :
Birincisi , mülk ve şehadet , yani görülen madde alemidir.Senin bildiğin kağıt,mürekkeb,kalem ,el, bu alemdendir.Bunları kolaylıklada aştın.
İkincisi , meleküt , görülmeyen ruh ve mana alemidir.O da bendne sonra gelir.Ne zaman beni geçersen işte o zaman oraya varırsın.işte geniş çöl ve sahralar ,yüksek ve sarp dağlar dağlar gibi yüksek dalgalı denizler oradadır.Onlardan nasıl kurtulup onları geeçeceğini bilemem,dedi.
Üçüncüsü , ceberüt alemidir.Bu mülk ile meleküt alemi arasındadır.Bunun ilk üç konaklık mesafesini geçmiş bulunuyorsun.Onlarda kudret ,irade ve ilim menzilleridir.Bunlar görülen madde alemi ile görülmeyen ruh alemi arasında vasıtadır.Mülk aleminin yolu kolay ,meleküt aleminin yolu ise sarptır.Ceberüt alemi ,mülk ve meleküt alemi arasında bir tarafı karada bir tarafı denizde olup kareket halinde bulunan bir gemiye benzer.Suların akıntısına kapılıp tam manasıyle hareket halinde olmadığı gibi tamamen karada oturup sükuna ermiş de değildir.Buradan ilerleyip de hareket anında olan gemiye binen gibi bir kuvvete sahib olursa , ceberüt alemine geçmiş olur.Şayet gemisiz ve sarsılmadan sular üzerinden seyre başlarsa ,işte o zaman meleküt alemine intikal etmiş olur.
Demek ki bu işin iç yüzünü anlamak için su üzerinde gemisiz yürümek şart.Şayet bunu beceremiyeceksen geri dön , bu davadan vazgeç.Karayı geçtin gemiyi arkada bıraktın.Önünde safi sudan başka birey kalmadı.İşte meleküt aleminin evveli ,kalbin levhasına ,kendisiyle ilim yazılan kalmei görmek ve kendisiyle su üzerinde yürümek yakininin hasıl olmasıdır.Resül-i Ekrem' İsa a.s. hakkında : " Eğer yakini daha kuvvetli olsaydı hava üzerinde de yürürdü " buyurduğunu duymadın mı ? Bu yola giren sail :
- Senin anlattığın bu tehlikelerden şaşırdım ve korktum. Bu çölleri aşıp aşamıyacağımı kestiremiyorum.Bu engelleri aşabilmenin bir alameti var mı ? diye sordu . İlim :
- Evet , nişanı var . Gözünü aç ve dikkatle bana bak . Şayet kalb locasına yazdığım kalemi görebilirsen , bu yolun ehli olağa benzersin. Zira ceberüt alemini geçip meleküt aleminden bir kapıyı çalan kimseye kalem keşfolur ve kalemi görür.Baksana daha ilk emrinde Resül-i Ekrem'e kalem keşfedilerek :
- " oku , Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir.Ki , O , kalemle öğretendir. İnsan'a bilmediğini O öğretir."( Alak ) ayetleri kendisine nazil oldu.Salik :
- Gözümü dört açtım fakat ne kamış nede ağaç görebildim .Halbuki ben kalemi ancak bunlardan bilirim,dedi. İlim :
- Sen aradığını uzaklaştırdın .Sen biliyor musun ? Evin eşyası evin sahibine benzer .Bilmiyor musun ? Allahu teala'nın Zatı diğer zatlara benzemez.Bunun içinde el'i de diğer ellere , kalemide diğer kalemlere benzemez.Söz ve yazısıda başka söz ve yazılara benzemez.Bunlar , meleküt aleminden ilahi emirlerdir.Allhu Teala zatında cisin değil, bir mekanda mütemekkin de değildir.Başkaları ise bunun aksinedir. O ' nun el'i de et ,kan ve kemikten değildir.Diğer eller bunun aksinedir.O'nun kalemide kamıştan değil , levhası tahtadan değil , kelamı ses ve harf değil , yazısı şekil ve ramak değil , mürekkebide bildiğin boyalardan değildir.Şayet bunları böyle göremezsen , seni erkek ile kadın arasında bir HUNSA gibi ne ordan ve ne de ordan diye bir varlık görürüm.Ya daha nasıl Allahu Teala'nın zat ve sıfatlarını diğer zat ve sıfatlardan ayırdın , kelamını harf ve sesten ayırdın? Şimdi de tutturdun , elinde,kaleminde,kağıdında ve yazısında tereddüt mü ediyorsun ? Eğere Resul-i Ekrem'in :
-" Allahu Teala Adem'i süreti üzerine yarattı" buyurduğundan , göz ile görülen zahir süret manasını anlarsan,mutlak sürette MÜŞEBBİHE olursun.Nitekim yahudi'ye : "Doğru ve sırf yahudi olacaksan ol , yoksa Tevrat ile oynama " denmiştir.Şayet basar ile değilde basiret ile anlaşılan batini süreti anladınsa , o vakit Allhu Teala'yı tenzih ve takdis ederek yoluna devam et .Çünkü sen mukaddes vadidesin.Vahyolunanı kalbinin derinliğinden dinle .Belki ateşe , gördüğün ışığa hidayet olunursun.Ve belki Arş'ın suradikalarından ,pencere perdelerinin ardından MUSA a.s. ' a denildiği gibi :
-" Muhakkak ben senin rabbinim" diye hitab edlirisin.
Yolcu , ilimden bunları duyduğu vakit ,kendi kusurunu anladı ve hakikaten teşbih ile tenzih arasında kaldığğını bildi.Kendini kusurlu görmesinden kendisine kızarak kalbi ateş gibi yandı,şule verdi.Kalbinin lambasındaki yağı ateşsiz olarak parlayacak hale geldi.Bu hiddetle elim kalbine üfleyince , hemen oradaki yağ ateş aldı ve nur üzerine nur olarak parlamaya başladı. İlim :
- İşte şu fırsatı ganimet bil ve gözünü dört aç.Belki gördüğün ateşe ulaşırsın.Gözünü açtı ve bu ateşin ışığı ile kalem-i ilahiyi gördü ki tamamen tenzih ve takdisde ilmin tarif ettiği gibi idi.O , ne ağaçtan idi , ne de kamıştan . Onun ne başı vardı , ne sonu. O , devamlı olarak bütün insanların kalbine çeşitli ilimleri yazmakta ,kelemin ucu olmadığı halde her kalbde bir ucu vardı..Buna şaşan adam:
- Şu ilim ne güzel arkadastır.Allah onun hayrını versin .Kalemi tarif ettiği vasıfların doğruluğunu ancak şimdi anlayabildim.Çünkü o , kalemlere benzemeyen bir kalemdir , dedi. İşte bu sırada ilme teşekkür ile veda etti ve ,
- Sizin yanınızda fazla kaldım , sizi meşgül ettim.Ben şimdi kaleme gidip onun halinden sormak isterim ,dedi.Ve kaleme doğru yol aldı.Kaleme :
- Ey kalem , sana ne oldu ki , durmadan mukadderatın zuhuru için iradeleri harekete geçirerek yazıları yazıp duruyorsun ? Niçin böyle yapıyorsun ? deyince , meleküt alemindeki bu kalem :
- Mülk alemindeki kalemin söylediklerini ne çabuk unuttun ? Benim sana vereceğim cevap , onun verdiği cevabın aynıdır, dedi. Yolcu :
- Nasıl aynı olur , sen o kaleme benzemezsin ki , dedi. Kalem :
- Allahu Teala'nın , Ademi süreti üzerine yarattığını duymadın mı ? dedi .Yolcu :
- Evet , duydum , dedi.Kalem :
- O halde sen beni sağ elinde oynadığım hükümdardan sor.Ben onun emrindeyim.İlahi kalem ile insani kalemin farkı yoktur.Fark , zahiri sürettedir, deyince , Yolcu :
- Bu mülkün sağ el'i kimdir ? diye sordu .Kalem :
- Allahu Teala'nın : " Gökler de onun sağ eli ile dürülmüşlerdir " ( zümer ) buyurduğunu duymadın mı ? dedi . Yolcu :
- Evet , duydum , deyince , Kalem :
- İşte herşey gibi kalemde O'nun kabza-i yeminindedir.O , kalemi istediği tarafa oynatır.
Bunun üzerinde yolcu kalem'den yemin' e doğru göç etti.Hatta yemini müşahede etti.Kalemden daha şayanı hayret bir şekilde olduğunu gördü.Öyle ki hiç bir vasfını açıklamak caiz değildir.Hatta bir çok cildler onun vasfının binde birine yetmez.Hulasa olarak , O , ellere benzemeyen bir yemin ve bir el'dir.Parmaklarıda parmaklara benzemez.Hakikaten kalemi kabzasında dolandırdığını gördü ve kalemin özür dilemesinde haklı olduğunu anladı.Bu defa yolcu yemin'e ,kalemi niçin tahrik ettiğinden sordu.Meleküt alemindeki bu sağ el :mülk aleminde ki elin cevabı gibi cevap verdi.Yani kudrete havale etti ve bizatihi bir şey yapamıyacağını kendisinin harekete geçirenin kudret olduğunu söyledi. Yolcu , kudret alemine yol aldı.Orada da şimdiye kadar gördüklerini küçümseyecek acayip hallerle karşılaştı ve :
- Niçin yemini tahrik ettin ? diye kudretten sordu . Kudret :
- Ben bir sıfatım , beni mevsüfumdan yani kaadir'den sor , dedi. Çünkü itimad, vasfa değil mevsüfadır.Nerde ise şaşırıp durumu Kaadir'den sorma cüretini gösterecek idi ki , perde arkasından :
" O , yapacağından mesül olmaz , fakat onlar mesül olurlar " ( Enbiya ) hitab-ı ilahisi geldi ve ilahi heybet kendisini bürüyerek bayılıp düştü.Ayıldığı vakit :
- Allah'ım , seni noksan sıfatlardan tenzih ederim.Senin şanın yücedir.Sana tevbe eder ,Sana tevekkül eder , Senin Melik-i Cebbar ve Vahid-i Kahhar olduğuna inanır , Senden başkasından korkmam, Senden başkasından ümid etmem , Senin azabından ancak affına , gadabından rızamana sığınırım.Benim için Senden istemek ve Sana sığınmaktan başka çare yoktur. Sana bakarak derim ki : Allah'ım , Seni bilmek için kalbimi genişlet , Seni sena için dilimden ukdeyi kaldır , dedi. Birde arkasından şöyle nida edildi : " Sakın senada tama'a kapılıp seyyidü'l Enbiya'nın senası üzerine ziyade edeyim deme. O'na dön , sana verdiğini al , yasakladığından uzaklaş . Sana neyi söyledi ise sende onu söyle .Zira o , yalnız :
- " Allah'ım , ben seni noksan sıfatlardan tenzih ederim .Ben , seni sana layık bir sena ile sena etmekten acizim .Sen , seni sena ettiğin gibi ulusun " demişti.Sen de böyle de .Adam :
- İlahi , eğer seni övmeye dilin cüreti olmazsa , ya Seni bilmeye kalbin ümidi nasıl olur? dedi ve şöyle nida olundu :
- Sakın sıddıkların boyunlarına basıp geçeyim deme.En büyük sıddık olana git de ona uy.Zira onlar peygamberin ashabıdır.Peygamberin ashabı yıldızlar gibidir.Hangisine uyarsanız hidayete ulaşırsınız.Sen , sıddık-ı Ekber'in : " En büyük idrak , idrakin idraksizliğini idraktır.( Anlamadığını anlamak bir anlayıştır ) dediğini duymadın mı ? Bizim hazretimizden nasib olarak sana , hazretimizden mahrum olduğunu , Cemal ve Celalimizi mülahazadan aciz olduğunu bilmek yeter,buyuruldu.
İşte bu sırada yolcu geri döndü , soru ve kınamalarına özür diledi.Yemin' e , kalem'e , irade'ye , kudret'e ve ondan sonrakilere :
- Özür dilerim beni mazur görün.Çünkü ben bu memlekete yeni geldim.Her acami olan şaşırabilir.Benim sizi inkara kalkışmam, cehaletimdeki kusurdandır.Şimdi sizin mazeretlerinizin doğruluğunu anladım,mülk ve meleküt , izzet ve ceberüt aleminde tekleşen Zat'ın Vahid-i Kahhar olduğunu bildim.Siz hepiniz onun kahr-u kudretinden musahhar , kabza-i kudretinden istediği tarafa dönen yaratıklarsınız.Evvel,ahir,zahir ve batın olan ancak O'dur.
Maddi alemde durumu analtınca , bunu uzak gördüler ve bir varlık hem evvel hem ahir , nasıl olabilir ? Bunlar birbirini nakzeden şeylerdir, dediler.Nasıl olurda hem zahir , hem batın olur ? Evvel , ahir olmadığı gibi , zahirde batın değildir, dediler. Adam :
- Mevcüdata nisbetle evveldir.Herşey tertib ve sıra üzerine teker teker O'ndan sadır olmuştur.Herşeyin O'na rücü etmesi bakımından da ahirdir.Çünkü onlar aşamalardan yüksele yüksele nihayet O'na varacaklar ve yolculukları O'nda son bulacaktır.Vücudda evvel, müşahedede ise ahirdir.Maddi alemine dalıp da beş duyunun birisiyle onu bilmek isteyenlere batindir.
Zahirdir, batını basiretle kalbinde yanan ışık sayesinde meleküt alemine nufüz ederek O'nu arayanlar için.Fail-i Hakiki'nin tek olduğunu keşfeden saliklerin tevhidi böyledir.Şayet bu tevhid, meleküt alemine inanmak esasları üzerine kurulmuş oldu.Bu alemi anlayan veya inkar edenin durumu ne olacak ? dersen , Derim ki : münkirler için çare yoktur.Ancak onlara : " Sizin meleküt alemini inkarınız , Sumeni'lerin ceberüt alemini inkarına benzer.Onlar ilmi beş duyuya bağlamış ve beş duyu ile idrak edilemeyen kudret,irade ve ilmi inkar etmişlerdir.Onlar böylece beş duyu ile madde aleminin alçaklarına dalıp gittiler.Şayet bu adam :" Ben de bunlardanım,zira ben beş duyu ile ancak madde alemini görüyorum ve başka bir şey bilemiyorum" derse , ona da deriz ki ; beş duyu dışındaki müşahedelerimizi inkara kalkışma ,sofist-lerin beş duyuyu inkarına benzer.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder